|
Hippiler 1960lı yılların Amerikasında yerleşik davranış biçimlerini reddeden,
tabiata yakın yaşamaktan, cinselliğin özgürce ifade edilmesinden yana olan genç
insanlar olarak bilinirler.
Çoğunlukla uzun saçlı, sıradışı giysiler giyinen
hippiler, bilinçlerini geliştirdiğine inandıkları bir takım
kimyasalları
tüketmekten kaçınmazlar. Hatta, günümüzde Hollanda başta olmak üzere Avrupa
ülkelerinde bir takım uyuşturucuların serbest bırakılmış olması 1960lı yıllarda
filizlenen bu gençlik hareketinin sonucu olarak
değerlendirilir.
Oysa, hippi hareketi 1960lı yıllardan çok daha eski ve Amerika değil Avrupa
kökenli. Şöyle ki, daha 1930larda ABDnin California ve Florida gibi sıcak
eyaletlerinde, nerede sabah orada
akşam yaşayan, meyva, kuru yemiş gibi
ormanlarda bulduklarıyla beslenen, hippiler gibi giyinen azımsanamayacak sayıda
genç insan var ki, bunların istinasız hepsi birinci kuşak Alman göçmenlerinin
çocukları, ABD doğumlu ikinci
kuşak.
60lı yılların New York hippilerinin öncüleri, ikinci kuşak Alman göçmenleri,
kendilerine tabiat çocukları demekte; daha o yıllarda 20. yüzyıl medeniyetinin
dışında yaşamak istediklerini
belirtmekteler. Dahası, insanlığı lebensreform
dedikleri bir eyleme, yani bildik yaşam biçimlerini değiştirmeye, ıslah etmeye
davet ediyorlar.
Lebensreform çağrısı yapan bu gençlere o yıllarda ilkel
modernler deniyor.
Naturmensch, wandervogel, bohem gibi, başka isimleri de var -
Naturmensch doğa-insanı anlamında, wandervogel ise özgür kuş
demek. Peki,
ikinci kuşak genç Alman göçmenlerini toplumun dışına iten ne?! Bu sorunun
cevabını Germen kavimlerinin tapınmaya varan tabiat sevgilerinde aramak lâzım
deniyor.
Hıristiyanlığı Avrupaya yayanlar,
Romalılar. Tabiat güçlerine tapınan pagan
Germen kavimleri, Hıristiyanlığa uzun bir sure direnmişler.
İsadan sonra 9.yüzyılda Hermannın Romalılara karşı kazandığı zafer,
Hıristiyanlığın Germenler arasında
yayılmasına uzun bir süre sekte vurmuş.
Olmakla birlikte, nihayi sonucu engelleyememiş.
Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğunun resmi devlet dini. Romalıların askeri
zaferlerini misyonerlerin akınları izliyor. Germen
kavimlerinin doğaya
tapındıklarını bilen ordu destekli Romalı misyonerlerin başlıca hedefleri Alman
ormanları oluyor. Ormanları acımasızca keserlerken, Asatru paganizmiyle
özdeşleştirdikleri sembolleri yakıyor, pagan tapınaklarını
yerlebir ediyorlar.
Uzun mücadelelerden sonra, Germenlerin büyük bir kısmı Hıristiyanlığı kabul
ediyor ama paganizmin izleri hiçbir zaman bütünüyle silinemiyor.
Daha Ortaçağda, Almanya ve Hollandada
Özgür Ruh Kardeşliği isimli bir kült
kuruluyor. Adamitler olarak tanınan bu insanlar, tabiattan uzaklaşmamak uğruna
mağaralarda yaşar, yarı çıplak ayinler tertiplerlermiş. Sonra 1796 gibi erken
bir tarihte
Christoph Wilhem Hufeland uzun yaşamın sırları diye bir kitap
yazmış. Temiz hava, güneş banyosu ve temizliğin insan ömrünü uzattığını
anlatıyor. Ölçülü beslenme, seyahat, meditasyon, uyku ve çalışma saatlerine
dikkat etmek gerekliliği gibi, zamanının çok ötesinde öneriler getirmiş.
Sonra büyük Alman düşünürü Goethe (ki kendisi 1749-1832 tarihleri arasında
yaşamış) insanla-Tabiatın arasındaki sınırı tamamen kaldırmasıyla
ünlü.
Goetheye Tabiat dindarlığının şairi deniyor.
Goethe, Tanrıya tapınmanın en güzel yolu, insanın Doğa ile kurduğu yürekten
ilişkidir diyor. 1832 yılında kaleme aldığı bir makalesi
günümüz çevrecilerinin
kaygılarının habercisi: İnsanoğlu hatalı bir yönelişle tabiata müdahale etti,
diyor, Ormanları yokederken atmosferin yapısını ve iklimleri değiştirdi.
Doğanın ekonomisinin bir unsuru olan bir
takım bitki ve hayvanların soyları
tükendi. Hava ve nehirler kirledi. Günümüz insanının gözünden kaçan bu gibi
müdahaleler, çok ciddi sonuçlar doğurmakta olup, sadece bitkilere ve hayvanlara
zarar vermekle kalmayacak, insanoğlunun
dayanıklılığını ve direnme gücünü de
azaltacaktır.
Ekoloji kelimesini ilk kez kullanan da bir Alman. Jena üniversitesi profesörü
Ernst Haeckel, daha 1866 yılında biyosferin dengesinin bozulduğuna
dikkat
çekiyor. Sonra protestan papazlığından ayrılma Eduard Baltzer isimli bir başka
düşünür, naturliche lebensweise doğal yaşam biçimi isimli bir dört ciltlik bir
eser kaleme alıyor, vejeteryen beslenme biçiminin
öncülüğünü yapıyor. Baltzer,
1851-1913 yıllarında yaşayan Karl Wilhelm Diefenbachı öylesine etkiliyor ki,
Almanların bu ünlü ressamı Akdenizdeki Kapri adasına göçüyor. Orada
lebensreformcular, yaşam
biçimlerini ıslah etmeye niyetlenenler için bir komün
kuruyor. Bu komünde kurulan sanat atelyelerinden yetişen Fidus ve Gusto Graser
isimli ressamların eserleri 1960 hippilerinin o rangarenk, çarpıcı grafiklerinin
öncüleri sayılıyor.
Gusto Graser, aynı zamanda ünlü yazar Hermann Hessenin arkadaşı.
Hermann Hesse, ülkemizde iyi tanınan bir yazar. Onun Kayalar Arasında Bir
Doğa Adamının Anıları isimli
kitabı, Gusto Graserın hayatını anlatıyor. Herman
Hessenin bir diğer ünlü kitabı 1922 yılında yazdığı Siddharthada doğa
insanlarına ve wandervogele göndermeler var.
Bütün bunlar
yaşanırken, sanayileşen tüm ülkelerde adet olduğu üzere, Almanyada
da hızlı bir şehirleşme görünüyor. 1870de Almanların üçte biri şehirlerde
yaşarken, 1900de bu sayı iki misline katlanıyor.
20.
yüzyılın başında, şehirlerde tutunmayan çalışan Alman orta-sınıfının
yüzeysel, kaba, kendini beğenmiş, tamahkâr, paracanlısı, çalışkan, teknokratik
bir yapıya büründükleri anlatılıyor. Ancak, şehir yaşamının kaçınılmaz
olumsuzluklarına tepkili bir kısım Alman hareket geçmekte gecikmiyor.
Endüstrileşmenin bunalttığı insanlar, atalarına öykünerek doğaya ve bu arada
doğal beslenme, alternatif tıp gibi arayışlara yöneliyorlar.
İnsanların
doğayla içiçe yaşamalarını öngören ilk sanatoryumlar İsenburg
yakınlarındaki Hartz dağlarında açılıyor. Sanatoryumların kurucularından Adolf
Justun kaleme aldığı Doğaya Dönüş isimli kitap kısa sürede best-seller
oluyor. Kitabında hava ve su kirliliğine, et oburluğa, kahve, sigara, alkol
tüketimine ve geleneksel eğitim sistemine karşı çıkan, Just, ilaç tedavisini de
reddediyor ki, bu durum, kendisinin hapse atılmasıyla sonuçlanıyor. Just,
hapisten
1944de çıkıyor. Kadim dostu Mahatma Gandinin yanına, Hindistana
gidiyor, rüyalarını süsleyen alternatif tıp enstitüsünü o ülkede
gerçekleştiriyor.
Justun izinden giden bir başka yazar da
Richard Ungewitter. Et, sigara, alkol
tüketiminin zararlarına işaret eden Ungewitterin Die Nacktheit çıplaklık,
isimli kitabı da best-seller. 1904 yılında yazılan bu kitap öylesine etkili
olmuş ki, yüz yıl sonra
bugün bile sıcak yaz günlerinde Almanları kendilerini
çırılçıplak göllere, nehirlere atarken görebilirsiniz deniyor.
Almanların doğaya dönüş hareketi, 20.yüzyılın başında trekking, dağcılık gibi
doğa sportlarını teşvik
etmiş. Özgür Dağlar, Özgür Dünya, Özgür İnsanlar
sloganıyla kurulan Wandervogel özgür-kuş cemiyeti, ilk kez Berlinin bir
semtinde faaliyete geçmiş. 14-18 yaşları arasındaki lise öğrencilerini
doğada
uzun yürüyüşlere çıkartmaya başlamışlar. Yürüyüşler kısa sürede müthiş popular
olmuş, üye sayısı 50,000i bulmuş. Wandervogel çocukları paralarını birleştirip,
sade yaşamlarını çadırlarda sürdürür olmuşlar. Kısa
pantolon, Tyrolean diye
bilinen tüylü şapkalar giyer, mandolinler, gitarlar eşliğinde anonim türküler
söylerlermiş. Zamanla çadırların yerini pre-fabrik yapılar almış. Daha sonra
bulabildikleri metruk binaları işgal etmeye, oralara yerleşmeye
başlamışlar.
Vejeterjenlik, alternatif tıp, sigara-alkol gibi zararlı maddelerden uzak durma,
kadın erkek eşitliği, cinselliğin özgürce ifadesi gibi ilkeleri olan Wandervogel
komünleri, zaman içinde aralarında toprak ve din reformu
da olan değişimler
talep etmeye başlamışlar. Wandervogelcilerin sayıları artmış, hareket Almanya
dışına da taşmış. Örneğin, 1920li yıllarda İsviçrenin İtalyan sınırında
yeralan küçük balıkçı köyü, Ascona,
Avrupanın ruhani asilerinin toplandığı
merkez haline gelmiş.
Asconada konaklayanlar arasında ünlü psikolog Carl Jung, gelmiş geçmiş en büyük
dansçı sayılan İsadora Duncan, yazar D.H.Lawrence ve Franz
Kafka gibi isimler
var. Endüstrileşmenin olumsuz unsurlarına, aşırı tüketime, burjuva yaşam
biçimine karşı çıkanlar, Asconada toplanır olmuşlar.
Öte yandan, 20. yüzyılda iki dünya savaşı ile
sonuçlanacak olan siyasi baskıyı
daha 1890lı yıllarda hisseden Almanların varlığı sözkonusu. Nitekim, 1895den
itibaren onbinlerce Alman aile, gittikçe kuralla kaideye gömüldüğünü, kışla
havasına büründüğünü
hissettikleri ülkelerini terkedip, Amerikaya göçme kararı
almışlar. ABDnin yepyeni bir oluşum olduğu, daha iyi bir toplum rüyalarını
orada gerçekleştirebilecekleri umuduyla yeni dünyaya göçerlerken, naturmensch
ideolojilerini de götürmüşler.
Amerikanın ilk hippilerinin 1930larda yaşayan ikinci kuşak Alman göçmenlerinin
arasından çıkmasının nedeni buymuş. Nitekim, 1948 yılında California Eyaletinin
Topango
Kanyonunda yedi büyük naturmensch örgütü varmış. Bu insanlar, dağlarda,
mağara ve ağaçlarda yaşarlar, taze meyva ve sebzelerle beslenirlermiş. Sadece
taze incir bulabilmek için beşyüz mil yol yaptıkları biliniyor. Ve tabii doğaya
taparlarmış.
Doğaya dönüş hareketi günümüzde de devam ediyor. AFA, Asatru Halk Meclisinin
kısaltılmışı. (Asatru Folk Assembly) Meclis, ilk kez 70li yıllardan kuzey
Amerikada
toplanmış.
2002 yılında yayınlanan bir bildirisi Asatru, Hıristiyanlık öncesi Avrupasının
yerli ruhaniyatıdır diye başlıyor, Asatru, Germen halklarının Kutsal olanla ve
dünyayla, geleneksel ilişki kurma
biçimleridir. Asatru, Avrupa yerlilerinin
Tarikidir. Amerikan derililerinin, Afrikalıların yerli dinleri olduğu gibi,
bizim de yerli bir dinimiz var. Ecdadımıza geçmiş bin yıllarda huzur veren bu
din, bugün de bize güç ve ilham verecektir
Asatru, eski İskandinavca bir kelime
olmakla birlikte, Germen halklarının bütünü kapsar. Bu bağlamda Avrupanın tüm
uluslarının derinliklerinde yaşayan ortak inançtır.
Bildiri, İzlandadan
Rusyaya, İskandinavyanın donmuş kuzeyinden Akdenize bin
yıl gezmiş olan Germen halklarının çocukları bugün dünyaya yayılmış
durumdadırlar, diye devam ediyor,
Kendimize Amerikalı,
İngiliz, Alman ya da Kanadalı diyebiliriz. Ancak, bu
etiketlerin ardında daha eski, daha asal bir kimlik gizlidir. Atalarımız
Angleler, Saksonlar, Lombardlar, Heruliler, Gotlar ve Vikingler
onların kız ve
erkek çocukları olan
bizler birbirimize kan bağıyla ve yılların eskitemediği bir
kültürle bağlıyız
Gerisi şöyle:
Dünya güzel. Refah güzel. Hayat güzel.
Neşe ve coşkuyla yaşamalıyız, hayatı
Ömürlerimizi yeteneklerimiz, cesaretimiz, gücümüz izin verdiği ölçüde
biçimlendirmekte özgürüz
Alın yazısı yok, kader yok, dışarlıklı bir ilâhın keyfi iradesinin kısıtlamaları
yok
Tüm
ihtiyacımız bahtımızı cesaret ve onurla karşılama özgürlüğüdür, kurtarılmaya
ihtiyacımız yok
Atalarımızla ilişkideyiz. Atalarımız bizim parçalarımız, biz de bizden sonra
gelenlerin parçaları olacağız
Yaşayan akrabalarımızla da, ailemizle de, kökleri Avrupa kavimlerinde olan her
kadın ve her erkekle de ilişkideyiz
Avrupa kavimleri bizim büyük ailemizdir.
Tabiat ilişkide, tabiat kanunlarının
emrindeyiz.
Kutsal Güçler kendilerini sıkça Tabiatın güzelliği ve gücüyle ifade ederler
Ahlâkın On Emire değil, soylu-zihinleri olan erkek ve kadınların haysiyet ve
onuruna bağlı
olduğuna inanırız. Kutsal Güçlerden korkmaz, kendimizi onların
köleleri olarak görmeyiz. Tersine Kutsal olanla cemaatimizi ve kardeşliği
paylaşırız. Kutsal Güçler bizi gelişmeye daha ileri aşamalara varmaya teşvik
ederler
Kutsal Güçleri Germen/Norse atalarımızdan bize kalan isimlerle
onurlandırırız
Mevsim değişimlerini, atlarımızı, İlâhiyi ve günlük yaşamını
sürdüren kendimizi onurlandırır, Asatru ibadetimizi sürdürürüz. Asatru
köklere
dairdir. Asatru bağlantıda olmaya dairdir. Asatru, eve dönüştür.
Asatru, atalarımızın yolu. Asatru bizi eve çağırıyor.
Bu haberin geldigi yer: Karakutu.com-Kültür Sanat
http://www.karakutu.com
Bu haber icin adres:
http://www.karakutu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=1337
|
|